top of page

37. Mektup

Agâh Bey,


Selamlar. Güzel günleriniz olsun.


Uykum düzene giriyor mu yazmıştım ben son mektupta? Hah. Ne gezer. Savaş veriyorum Agâh Bey.


Ama melatonin bağımlısı olmayacağım, söz verdim kendime.


Kayda değer neler oldu derseniz.. Mor ve kırmızıya yönelimim yeniden nüksetti. Bu iyi bir haber gibi geliyor bana. Bir nevi canlanma belirtisi.


Mor soğan, kırmızı kapya biber, domates, mor lahana, mor şal, bordo pantolon.. bunların başka bir açıklaması olamaz.


Asıl bombayı söyleyim size: İç sesim geri döndü. Özletmişti kendini. Kendimle aramdaki perde yavaştan aralanıyor, yahut mesafe biraz da olsa kapanıyor demek bu.


Bugün buzdolabıyla ufak bir konuşma gerçekleşti aramızda. Ani parladım daha doğrusu. Kapağı iki dakika açık duruyor, hemen ötmeye başlıyor, tepem attı. İyi valla. Biz de ötelim iki dakika canımız sıkıldığında. Ötüyoruz da gerçi çeşitli şekillerde de, insan yine de kızıyor işte.


Size neler olduğunu anlatayım. Tekrarlı yaşadığım bir enteresanlık. Bir tiyatro oyununa bilet almıştım, ismini hatırlamıyorum ama sanırım Adalet Ağaoğlu’nun yazdığı bir oyundu.


Neyse bu son derece özel bir organizasyondu. Zira oyun son derece şık ve büyük bir salonda, üstelik bir gemide sergileniyordu. Salon hınca hınç doluydu tabi. Oyun bir şekilde yaşlılıkla alakalı olduğu için, tüm izleyici gri peruk almış herkes gri peruk takıyordu.


İzleyicilerden biri olarak, ben de bunun bir parçası olmak istedim. Oyun başlamadan peruk ayarlamaya davrandım. Tam yerimden kalkmış salonun çıkışına yöneliyordum, anlayamadığım bir sebepten yakın bir dostum kolumdan tuttu ve beni geri çekti.


Geminin koridorlarında koşmaya başladık. Sonra kendimi güvertede, muhteşem bir gece göğünün altında bulunca oyunu da peruğu da unuttum tabi. Güvertedeki görevli kurtarma botuna yönlendirdi beni daha sonra. Botları suya indiriyorlarmış temâşaseverler için. Kurtarma botundan gece göğünü seyrettik. Oyundan daha güzel bir seyir oldu muhtemelen.


İkinci sefer de, izlemeye son anda karar verdiğim, bu yüzden valizimle bodrum kattaki salona dalıverdiğim bir başka tiyatro oyunuydu. Salon yine hınca hınç dolu. Kaçak girdim bu arada tabi oyuna. İzlemeye geç karar verdiğimden ne bilet ayarlamaya vaktim kalmıştı ne de muhtemelen bilet.


Elimde valizle yer ararken bir baktım görevli bilet kontrolü yapıyor. Ben de kabak gibi ortadayım, bir yandan takır tukur valiz çekiyorum. Niye diye sormayın, bir yerden gelmişim ya da bir yere gideceğim işte, ama tabi o valiz yük oldu bana.


Neyse bari suç üstü olup mahcup olmayayım diye salondan çıkıp bilet ayarlama kararı aldım. Görüyorsunuz yine bir son dakika kararı. Güç bela girdiğim salondan aynı şekil çıktım. Gişeye gittim görevli yok. Etrafa baktım biletini satan da yok. Dolandım durdum öyle.


Bari gireyim gizli gizli yine de izleyeyim diye düşündüm. İyi olduğunu bildiğim bir oyundu gerçekten, kaçırmak istemedim. Salona bir girdim. Oyun bitmiş, ışıklar açılmış, sahne değişmiş. Oyuncularla söyleşi başlamış.


O ara o vakit nasıl geçtiyse hiç fark etmemişim. Zamanın nasıl akacağı belli olmuyor işte. Geç olsun güç olmasın diye kendimi avuturum normalde ama.. olmasın geç meç. Bazı güzel şeyleri kaçırmayı hiç istemiyorum. İçimde kalan ukdeler beni boğuyor bazen, boğazımda birikiyor düğüm düğüm.


Size daha sonra bir valiz anısı anlatayım bu arada.


Peki ben güzelim oyunu kaçırdığıma mı yanayım, oyunu izleyemediğim için seyircinin oyuncularla geçirdiği süreci geçirip de kurduğu bağı kuramamış olmama, en azından söyleşiyi yakalamış olmama rağmen muhabbete dahil olamadığıma mı yanayım. Siz söyleyin.


Velhasıl bu sefer de bilet ayarlamaya çalışırken yine çok iyi bir oyunu kaçırmış oldum. Bu denli rağbet gören iki güzel oyunu üst üste kaçırmış olmamın manası nedir? Şu işi bir çözelim Agâh Bey.


Dün gece uyumaya çalışırken, dışarıdan gelen silah sesleri beni uykumdan etti. Bizim burada oluyor sık sık biliyorsunuz. ‘Keşke bir silahım olsaydı’ ile ‘iyi ki bir silahım yok’ düşünceleri arasında gidip gelip durdum. Bazı insanların bireysel silahlanmayla ilgili korkusunun asıl kaynağı riskli oluşu falan değil de, bir silahları olsa kendilerinin yapabileceklerinden, ve yapabilecekleriyle yüzleşmek zorunda kalmaktan korkmaları diye düşünüyorum. Ve dahi bunun sorumluluğundan. Bir şüphe sadece.


Gölgeler korkutur. Ben seviyorum gölgeleri. Ki zaten the only way out is through.


Annemle aradığımız çiçeği bulduk bu arada. Umarım çiçek zehirlenmesi geçirmem ama ilacı içmekten başka çarem yok. Şifa niyetine. Dua edin ölmeyeyim.


Rahim mezar, ne diyor size dediğinizi duyar gibiyim Agâh Bey. İkisi çok farklı değil birbirinden. İşte bu yüzden turkuaz bir ölüm.


Şüphe varsa şüphe yoktur, doğru mu.


Kendinize çok iyi bakın,


K.

44 views0 comments

Recent Posts

See All

Comentários


bottom of page