top of page

16. Mektup

Agâh Bey,


Merhabalar. Nasılsınız? Uzun zamandır yazma fırsatım olmadı size. Umuyorum siz ve sevdikleriniz iyisinizdir, haliniz vaktiniz yerindedir.


İnsanların kendileriyle, inançlarıyla, değerleriyle çelişkili davranmasına hayret ederdim eskiden. Artık böyle düşünmüyorum, hatta bunu düşünebilmiş olduğuma şaşırıyorum. İnsanoğlundan tutarlılık bekleyenin iç görüsünden, dış görüsünden, insana dair kavrayışından şüphe ederim.


Biraz çelişki iyi bile sanki. İnsana karşı tarafla ilgili güven veriyor. Bir insanı kusursuz olmadığını gördüğümüzde sevmeye başladığımız gerçeğine dikkat çekmek isterim.


Birinde zaaf görünce, o zaaflılığın ve zaafın kişi tarafından da tanındığını görünce, o kişiyi sevmeye başlıyoruz, bence. Kişi bunların ne kadar farkındaysa da o kadar az kompleksli bir insan olma eğilimde oluyor işte.


Bence böyle hissettirmesinin sebebi de herkesin kendinin ne mal olduğunu az çok bilmesi. Bir kendine yakın görme durumu oluyor olabilir yani.


Kulbu kırık kupaları bu yüzden seviyor olabilirim biliyor musunuz.


Bir ölçü içinde olduğu müddetçe ‘çelişkili’ veya zaaflı olmanın bence insan olmanın doğal bir neticesi olması bakımından insanları tatmin edici bir tarafı bile var.


Ki tutarlılık kendi başına bir erdem olamaz zaten. Neye tutarlısın? Tutunduğun ne yani tam olarak?


Kopenhag’dan İstanbul’a dönen hamile arkadaşım doğum yapmış Agâh Bey. Artık ne Kopenhag’da, ne de hamile.


Kayda değer bir şeyler oldu mu hiç, diye soracak olursanız, oldu elbette. Suyun toprakla buluştuğu bir yere kampa gittim. Büyük ve kalabalık bir kamp alanıydı, ekibin kalanından ayrı takıldım genelde. Etkinliklere falan da katılmadım, kendimi dinledim daha ziyade. Biraz ayıp olmuş olabilir ama onlar da beni öyle kabul ettiler sağolsunlar.


Kamp alanının oralarda, yıkıntıların ve çöplerin arasında toprağın içinde element aradığım bir gün, bulmam gereken bu denli önemli bir şey varken, bir yüzme yarışına dahil ediliverdim.


Ha söylemeyi unuttum, burası suyu çok güzel bir koy. Buna rağmen onca insan içinde bir tek ben yüzdüm bütün kamp boyunca. Bana ne sonuçta ama insan sormadan edemiyor: Madem yüzmeyeceksiniz neden deniz kenarına geliyorsunuz kamp yapmaya?


Bu yüzden tabi yüzmek benden sorulur gibi bir durum söz konusu oldu. Ki biliyorsunuz iyi de bir yüzücüyüm, güvenirim de kendime. Yine de böyle bir yarışa katılmayı ister miydim emin değilim.


Rakibim normalde bizimle kampta kalmıyor. Sadece bu yarış için, benimle mücadele etmek için gelmiş. Eskiden beri tanışık olduğum biri. Rakibimle aramdaki eski hukukumuz, bu yarışı kazanmak zorunda olduğum hissini körükledi ve bu mecburiyetin ağırlığı bir endişeyi filizlendirdi. Kendime olan güvenimi de şöyle bir sarstı, yalan yok.


Tamam ben çok iyi bir yüzücü olabilirim ama karşımdaki kişi bir erkek, daha kaslı, daha boylu, nefesini daha uzun süre tutabilir, ciddi dezavantajlı durumdayım. Haksız rekabet. Ama başka şansım yok, bir strateji geliştirmek durumundayım.


Rakibim centilmen de değildi bu arada, bari o olsaydı. Biz daha yarışa çıkmadan soyunma odasında bana saldırmaya kalktı. Korkaklık bunun adı, başka hiçbir şey değil. Artık sonrasında ne yaşandı hatırlamıyorum, hafızamda yeri yok.


Geçenlerde bir bara gittim Agâh Bey, bir bardan bekleneceği gibi karanlık ve loş değil; aydınlık, beyaz ve açık pembe. Güvenli bir sığınak gibi değil, açıkta ve korunmasız hissettiriyor. Bu durum bana yine Polyanna’yı çağrıştırıyor.


Gereksiz ve fazla optimistlikten, naiflikten hoşlanmadığımı söylemiştim size. Hatta bunda bir çeşit sinsi bir kötülük olduğunu seziyorum.


Neyse, herhalde başka açık yer bulamadığımdan girmiştim buraya, bir bildiğim vardır. Yüksek sandalyelerden birine oturdum. Yanımda başka bir müşteri vardı, pusetli bir kadın. Viski sipariş etmesine şaşırdım bir tık, gün ortasında yanında küçücük çocuğuyla. Kendim de bir duble Türk kahvesi söyledim.


Peki oradan çıkınca ne yaşadım dersiniz? Kıyameti.


Bir şeyler olmuş Agâh Bey. Kıyamet kopmuş sanki, bir afet yaşanmış, gökyüzünü kara bulutlar kaplamış, her yer toz toprak.


Etrafa da bir kaos hakimdi. Herkes panik halinde, kimse ne yapacağını bilmiyor, etrafta koşuşturup duruyordu. O hengâmenin içinde bir arkadaşıma denk geldim, birbirimize sarıldık.


Eskiden bir okul veya kamu binası olarak kullanılan yüksek mi yüksek bir binanın tepesindeki hareketlilik arkadaşımın dikkatini çekti.


Bir baktım, bir grup insan, toplu intihar etmek üzereler. Bu durumdan kurtulmanın başka çaresi yokmuş gibi bir ümitsizliğe kapılmışlar, çareyi intihar etmekte bulmuşlar.


Birbirlerini etkilemiş olduklarını sezdiğimden içim daha da acıyor. Onca can. Çok zordu bakması. Üstleri başları kıpkırmızıydı zaten. Bilmiyorum belki de derisi yüzülmüş etleriydi gördüğümüz. İnsanlar atlamadan arkadaşımı tutup çeviriyorum etkilenmemesi için.


Biraz daha olanlara anlam vermek için etrafta dolandıktan sonra o binaya girdik Agâh Bey. Eskiden daha aydınlık olan bu kamu binası, yeniden design edilmiş, kasvetli, kırmızıların ve siyahların hakim olduğu, ölümü ve savaşı anımsatan, cehennemvâri bir havaya bürünmüş. All hell has broken loose, dedikleri tam.


Meğersem, bizden birileri inisiyatif almışlar ve toplanıp militer bir güç oluşturma kararı almışlar. Herkes çözümü başka bir şeyde bulmuş anlayacağınız. Diyorum ya, tam kaos.


Lobideki kalabalığı geçince eskiden sınıf olduğunu bildiğim bir odaya girdik. Bordo halılar, yuvarlak bir masa, şimdi bir strateji odası. İçerideki tek askere hayırlı olsun dedik ve yolumuza devam ettik.


Size o anki karmaşık duygularımı tarif etmeye çalışayım. Aynı anda hem emin, hem güvensiz hissettiriyor. Sanki zorla güvende hissettiriliyorsunuz gibi, böyle hissetmemenin karşılığında bir yaptırıma maruz kalacakmışsınız gibi.


Bu yaşananlar hakkındaki yorumlarınızı merak ediyorum Agâh Bey. Beni merakta bırakmayın lütfen.


Olmuş olan da olacak olan da olmuştur diyebilir miyiz?


Güzellikler dilerim,

K.

0 comments

Recent Posts

See All

Comentários


bottom of page