top of page

22. Mektup

Sevgili Agâh Bey,


Long time no see. Nasılsınız? Paylaştıklarınızı takip ediyorum. Suçlama davranışıyla ilgili notunuz, benim son görüşmemizde şımarıklık diye bahsettiğim şey işte.


Bunun rahatsız edici olması doğal karşılanabilir ama hissettiğim rahatsızlığın boyutu altının deşilmesi gerektiğini söylüyor sanki.


Ne var ne yok diye soracak olursanız… Arkadaşlarımla kendimiz değil de bu sefer bir turla tatile gittik. Ben turla gezmeyi hiç sevmem aslında. Zaten öyle gidebildiğim her yere gideyim, tüketeyimci bir tatil anlayışım yok.


Havasını soluyayım, şehir merkezinde bir kafede oturayım kitabımı okuyayım, çizim yapayım insanları seyredeyim bana yetiyor. Varsa mabetlerini görmeyi muhakkak isterim. Çarşı pazar gezip insanlarıyla küçük büyük sohbetler etmeyi de severim. Bu small talk’u da sağolsunlar Amerikalılardan öğrendim. Amerikalıların ender katkılarından.


Neyse işte bu yazıldığımız enteresan bir turdu, beni çeken de bu enteresanlığı oldu zaten. Birkaç gece Bosna, birkaç gece Hindistan, birkaç gece de St. Petersburg’da olacak şekilde tuhaf bir gezi planı yapmışlar. O kadar saçma bir geziydi ki hiçbir tatil masrafımdan bu denli pişmanlık duymamıştım.


Her şeyi anlatarak sizi boğmayacağım, sadece birkaç şeyi paylaşmak istiyorum. Bosna’da bir fırına (pekara’ya) pide kuyruğuna girmiştim. Girişte haksız yere huysuzluk çıkaran yaşlı bir amcaya, bana ne oluyorsa, had bildirmek istedim. Sonradan pişman oldum söylediğim şeye de. Büyük ayıp ettim aslında, tutmalıydım kendimi. O pişmanlık yakamı bırakmadı gezinin geri kalanında.


En azından adamın canını yakmış olmaktan, kalbini kırabilmiş olmaktan duyduğum haz olmasaydı, geri döner edebimle özür dilerdim. Hata üstüne hata.


Hindistan’a gittik ardından. Diyeceksiniz ki ne işiniz var? Haklısınız. Bu turun özelliği zaten gezi planının tamamen sürpriz olmasıydı. En baştan nerelere gideceğimizi bilmeden ödemeyi yatırdık, kaydımızı yaptırdık. Bir de kontenjanın hızlı dolduğu bir turdu, düşünmek için çok vaktim de olmadı o yüzden. Yani hayatımda bir kez şöyle normalde yapmayacağım bir şey yapayım dedim, onda da pişman oldum.


Hindistan’da travmatize oldum resmen. Adım atmanın mümkün olmadığı, iğne atsanız yere düşmeyecek bir cadde hayal edin. Seyyar satıcıların kullandığı ahşap arabalar oluyor ya, öyle bir araba düşünün. Sırf kalabalığın hareketliliği ve sıkışıklığıyla hareket ediyordu bu araba. Üstünde kopuk bir kafa vardı Agâh Bey, insan kafası. Millet top atar gibi bu kafayı arabanın üstünden karşı tarafa sektirerek oyun oynuyordu. Gerçek bir vahşet. O görüntüyü hafızamdan silemiyorum.


Turun üçüncü uğrak noktası asıl sürprizdi. Hindistan’dan oraya geçerken bizi uyuttular nereye gittiğimizi bilmeyelim diye. Gözlerimi bir caddede açtım, nasılsa her şeyin siyah beyaz göründüğü bir şehirdeydim.


Sezgim, veya ilk intibam nedense buranın bir Rus şehri olduğu yönündeydi. Otobüs durağında beklerken yolun karşısındaki saat kulesinin 11’i gösterdiğini gördüm. Ama işte her şey siyah beyaz olduğundan, ve bu şehrin geceleri, gündüzleri gibi aydınlık olduğundan sabah 11 mi gece 11 mi anlayamadım.


Nedense sanki saati bilmem, şehri bilmemden daha önemliymiş gibi bunun üstünde durdum o an. Bu cadde bu kadar işlek olduğuna göre, arabalar otobüsler yayalar vızır vızır geçtiğine göre sabah 11 olmalı diye düşündüm. Halbuki asıl ipucu beyaz geceler olmalıydı, ordan yola çıkarak St. Petersburg’da olduğumu anlamalıydım.


Şu ansa, asıl çözmem gereken mekânken, neden zamana odaklandığımı anlamaya çalışmakla meşgulüm.


Böyle saçmalıklarla dolu bir başka tatildi Agâh Bey. Siz de yaşamış kadar oluyorsunuz böyle, kusura bakmayın.


Allahaısmarladık,

K.




11 views0 comments

Recent Posts

See All
bottom of page