Agâh Bey,
Merhabalar.
Bugün salt dert yanmak için kalemi alıyorum elime.
Kendimle alıp veremediğim, ya da verip alamadığım, veya verip veremediğim, yahut alıp alamadığım ne bilmiyorum. Ama kendimle bir zorumun olduğu, bir şeylerin acısını çıkardığım kesin.
Neden diyeceksiniz? Şimdi size farazi gelebilir ama Agâh Bey, sürekli bir şeyleri, hem kıymet hem paha bakımından yüksek değer taşıyan eşyalarımı kaybediyorum. Ki bu ikisi -paha ve kıymet- benim için farklı şeyler olmayabilir.
Bunun aslında kendimi unutmakla, kendimi kaybetmekle ilişkisiz olmadığına adımın K olduğuna emin olduğum kadar eminim.
Elim ve kolum, kitabım ve defterim, gözüm ve kulağım gibi kullandığım tabletimin can damarını, şarj kablosunu kaybettim. Üstelik de kazara bizzat çöpe atmış olabileceğimden şüpheleniyorum. İnsan kendine bunu neden yapar? Hadi bu dalgınlık olsun, gerçekten farazi olsun.
Ulaşım imkanlarının ne yirmi birinci yüzün yılına ne İstanbul metropolüne yakışan bir kısıtlıkta olduğu, hiçbiryerin ortasındaki, birkaç gün geri dönmemek üzere zar zor çıktığım evimde telefonumu unuttum geçen gün.
Birkaç ay önce de annemin yadigârı, asansörü bozulmuş çiçek işlemeli gümüş bilekliğimi kaybetmiştim. Uzun süre bulma ihtimalimin milyonda bir olduğunu bilmeme rağmen her yerlerde aramıştım.
Ne zaman ki vaz geçtim, benimse beni bulur dedim, kısa bir süre sonra bana ulaştı. Komşumun apartmanda bulup, pencereden atmak üzereyken dur bir sorayım demesi suretiyle bana ulaşan çiçekli bilekliğim şu an sol bileğimde sallanıyor. Asansörünü de yaptırdım.
İki hafta önce de en sevdiğim ve bileğimden çıkarmadığım başka bir bilekliğimi düşürdüm sporda. Bu sefer nerede kaybettiğimi bilmeme rağmen gidiş o gidiş, bir daha bana gelmedi.
Peki dün ne oldu? Kaybetmelerin en ağırlarından biri oldu: kalemimi kaybettim. Diyeceksiniz ki kalemden bol ne var? Öyle değil işte Agâh Bey, öyle değil. Tanrı’m kaleme yemin etmiş ve ben kalemimi kaybetmişim. Bunun nesi farazi? Hem benim kalemim ha kaybolmuş, ha kırılmış.
Neyse ki yine ‘’benimse beni bulur zaten’’, deyip vaz geçmemden bir gün sonra buldum da ölmedim. Didik didik aradığım çantamın dibindeymiş.
Belki de bir şeylerden vaz geçmem gerekiyordur, öğrenmem gereken budur. Vaz geçmek de neyi neyden vaz geçmek?
Bir gün defterimi kaybedeceğim diye korkuyorum. Bir keresinde babam içinde defterimin olduğu çantamı saklayıp, çalındığını düşündürten bir şaka yapmıştı. O tecrübeden biliyorum defter kaybetmek ne demek. Bağrınızda sökülme uyandırıyor, öyle diyeyim size. Düşmanıma dilemem.
Çizgilerim ve kelimelerim tarafından terk edildim Agâh Bey, çizemiyorum ve söyleyemiyorum. Ne iz üzereyim ne öz üzerine. Hadi bunlar zaten zahmetli süreçler diyelim, bir beslenme, bir gebelik dönemi gerektiriyor. Çok daha az bilişsel uğraş gerektiren müzik dinleme eylemini bile yapamaz haldeyim bu ara. Hiç bu kadar müzsüz kalmamıştım. Şubatki yağış, akış ve çağlayış nerede, bu kuruluk ve bu pas tutmuşluk nerede.
Neyin semptomu, neyin yorgunluğu, neyin yılgınlığı bu Agâh Bey? Size de niye soruyorsam, sanki cevap buyuruyorsunuz (sebebini anlıyorum gerçi). Yine de bana Virgil olduğunuz için teşekkür ederim.
Neyse ki rüyalarım terk etmedi. Gece hayatım da olmasa ne yapardım, kafayı nasıl dağıtırdım bilmiyorum. Böylesine, çizgisiyle ve sözüyle, iziyle ve özüyle teması kopmuşluğa olmak denebilir mi bilmiyorum ama yine de olmayı seviyorum.
Arkadaşım Y ile telefonda konuşuyorduk geçen hafta. Hiç para kazanman gerekmese n’apardın, gibi bir soru sordu. Bu kendime daha önce aynen bu şekilde sorduğum ve cevabını bildiğim bir soru olmasına rağmen, o an kendim hakkında (‘’kendi hakkımda’’ değil) bildiğim, bildiğimi de bildiğim şeyleri unutuverdim ve saçma, yanlış bile olmayan bir cevap verdim.
O an içerisinde kendi kendimi yok saydım/ettim. Yani varlığıma, çizgime ve izime, sözüme ve özüme kast ettim. Suç benden başkasında değil. Haksızlığa uğramak değil bu, pozisyon almak.
Bilincimin akışına kast edenin de siz olduğunu sanıyordum ama bunun sorumlusu da benden başkası değil muhtemelen. Belki de vaz geçmem gereken bunun dışarıdan bir kast ediş olduğu sanrısıdır. Kast edişin içeriden kaynaklandığını kendime itiraf etmektir. Ben sanırım (yine) kendimi unuttum ve kaybettim, hatırlamam ve bulmam gerekiyor Agâh Bey.
Yahut büsbütün boş yapıyorumdur ve tüm bunların sebebi B12 eksikliğidir, kim bilir.
Kalıpların da yargıların da ilga edilmesi gerek. Keşke mümkün olsa tabi. Ne benim, ne de herhangi birinin, kalıpla ve yargılarla ve kalıpyargılarla mücadele etmek gibi bir meşgalesi, gündemi, ajandası olmamalı.
Bu yüzden iyi ki adım var. Biliyorsunuz ki potansiyel bütün etiketleri ismim sayesinde reddediyorum. Hiçbir şeyim olmasa bile, adım, yani hayatım var. Umarım ismimle isimleneceğim, adımla adım alacağım günler uzakta değildir.
Bu kadar konuştuktan sonra şunu söyleyeyim: Kendimle bu kadar meşgul olduğum için bir yandan hicap duyuyorum Agâh Bey. Tiksinti bazen. Kişioğlu neyine güvenip de bu kadar kendinden bahseder. Ayıptı bunlar eskiden. Ama işte anlatsam bir türlü anlatmasam başka.
Bir de küpün, küpenin ve de kubbenin anlamını çözdüğüme inanıyorum. Sırla bağlantılı.
Kendinize iyi bakın,
K.
Comments