Agâh Bey,
Merhabalar. Keyfinizin yerinde olduğunu, güzelliklerle kuşatılmış olduğunuzu ümit ederim.
Olmak için mi yanıyorum ölmek için mi bilmiyorum ama bir fitilin tutuşmuş durumda olduğu kesin. Gözümün önündeki her şey alev alıyor bu aralar. Dağlar, çiçekler, sular, portakallar, hepsi yanıyor.
Biliyorsunuz mizacım ateşten ve sudan. Kışın bu yüzden üşümediğime inanıyorum, ki kışın üşürüm yani. İçimdeki denizlerin de bu yüzden alev aldığını tahmin ediyorum.
Deniz yüzeyinin alev alması suyun dibini mi aydınlatır, yoka suyu buharlaştırır mı emin olamıyorum. Belki de suyun üstüyle altını ayıran sınırı belirsiz hale getiriyordur. Ki bunu istemeli miyim, ondan da emin değilim.
Ateş yaygın olarak yıkımla çağrışık ama benim için aydınlık ve sıcaklık, hareket ve canlılık. Sonradan bulunmuş bir şey bir de, her şeyden önemlisi. Prometheus sağolsun. Artık bana uğrayan da o muydu bilemiyorum ama ben de ateşi yeni teslim aldım diye düşünüyorum.
Ateşle su bir arada durmaz derler, bunu kabul etmiyorum. İkisinden de vaz geçebileceğimi zannetmiyorum. Baktıkça bakasının geldiği, kalıbına sığmayan bir dalgalar, bir ateş, bir de çocuklar var.
Çocuklarla ateşleri şu yüzden de birbirine benzetiyorum. İkisi de kestirilemez, ikisi de etrafını yoklayıp merakla bir şeyleri arıyor, ne kadarlık bir alanı doldurabilir, sınırını arıyor sanki.
Şu da geldi aklıma. Maviyle kırmızının toplamı mor ediyor. Buradan anlamlar çıkarmamalıyım muhtemelen ama morun asaletle ve zenginlikle ilişkisini bilirsiniz.
Bir ara sadece nar çizdiğim bir dönem vardı. Çizip çizip bakar, konuşmasını beklerdim. Bundan mütevellitmiş demek ki. Belki bu-yanış, bu-uyanış, 7-8 senedir sürmekte olan bir şeydir.
Ben kendi süsenimi ateşe vermişken, annemin bahçedeki süsenleri de soluyor. Mayıs yağmurlarına dayanamadılar.
Saman alevi gibi yanıp sönen öfkemi terbiye etmeye çalıştığım şu günlerde yaşadığım olaya bakın. Neyse, hayırlısı. Belki de bu Mars’ın doğuşudur. Veya bir türlü atlatamadığım hastalığımın, düşmeyen ateşimin bir sonucudur.
İçimdeki, iki ayağa mahkum dört nala koşmak isteyen atlardan bahsetmiştim ya size. Ne onları, ne de içimdeki şelaleyi dizginleyemiyorum. O yüzden için için çağladığımı sanıyordum, meğersem için için yanıyor muymuşum? Yoksa orada bir geçiş mi yaşandı? Ne klişe laflar bunlar Agâh Bey ya.
Bir arkadaşımın iddia ettiğine göre dağın kalbinde bir sır var: yanmakta olan bir adam. Ve yine onun iddiasına göre hakikat mor bir güneş. Dağın kalbinde bir sır muhakkak vardır. Ben bu ara mor bir çiçek olan süsendeki sırla ilgileniyorum.
Yanmadan yaşanır mı hiç Agâh Bey?
Selametle kalın,
K.
Comments