Agâh Bey,
Merhabalar. Nasılsınız?
Bıktırdım sizi, biliyorum. En azından artık eskisinden daha az rahatsız ediyorum ama.
Ah ben ne yaşadım, siz bilmiyorsunuz. Küpemi bir başkasının kulağında gördüm Agâh Bey. Neyin baş kaldırışı, neyin meydan okuması bu bilmiyorum. Tahmin edeceğiniz üzere bu cüret karşısında şaşakaldım.
Oğullardan bir ordu, seferler, fetihler ve zaferler istediğime karar verdim. Bunu söylediğimde insanlar gülüyor. Çok mu şey istiyorum? Sanmıyorum. Ama tabi her şeyden önce kendi saatlerimi fethetmeyi öğrenmem gerekiyor.
Size gözüpekliğimden bahsettim mi ben daha önce? Korkusuzluğumun derecesi beni korkutuyor bazen. Gece yürüyüşlerimde nasıl sokaklardan geçtiğimi görseniz benim adıma tedirgin olursunuz. Birinin, veya bir köpeğin saldırısına uğrarsam diye elimde taşla yürüyorum caddeleri.
Şuna güveniyorum sanki. Bu saatte böyle bir yoldan tek başına yürüyorsa kesin güvendiği bir şey vardır, diye düşünür potansiyel bir saldırgan, şeklinde speküle ediyorum. Ben olsam öyle düşünürdüm. Bir de ben öyle tedirgin tedirgin yürümem. Yine de n’olur n’olmaz bir silah almayı düşünüyorum kendime, bari güvendiğim bir şey hakikaten olsun. Bu canı sokakta bulmadık.
Korkmuyor da değilim aslında, ödüm kopuyor halbuki. Şöyle bir meylim var sanki: Tehlike ne kadar büyükse, korku ne kadar kendini hissettiriyorsa bunu aşabilmek o kadar cazip hale geliyor. Bilemiyorum, belki sadece adrenalin tutkusu, belki aptallık.
Yine de bu saçmasapan gözükaralığımın, derinlerde yatan bir inatla veya hatta belki artistlik taslamakla ilişkili olabileceğini düşünüyorum. Neye meydan okuyorum Agâh Bey? Mektuplar gibi sorularım da kapınızda birikiyor. Ne diyeyim, berhüdar olun.
Gönül isterdi ki ıssız caddeler, karanlık sokaklar ve dipsiz denizler karşısında gösterdiğim yürekyemişliği kâğıt karşısında da gösterebilsem. Bunda da eskiye kıyasla daha iyiyim ama, nazar değmesin. Çizgiler, soru işaretlerine, onlar da cevaplara dönmeye başlamış durumda.
Yine de karar alıp da kağıdın başına geçip çizim yapamıyorum hala. İlla vakti gelecek, bir itkiyle olacak. Bu disiplin eksikliği mi ilham eksikliği mi bilmiyorum. Kendime rağmen çiziyorum hakikaten. Artık bir fikre gebe olduğumu sancısından anlıyorum ama mesela. Aşağı yukarı ne zaman doğum yapacağımı da. Tam burada savaş ve bilgelik tanrıçası Athena’nın Zeus’un kafatasından, annesiz doğduğunu hatırlatmak isterim. Ne yani, eşeysiz ürettiklerimiz evlattan sayılmıyor mu?
Size başkalarının dediğini bir de ben deyince, çizdiklerini bir de ben çizince ne değişecek diye sorduğumu hatırlıyor musunuz? Üstelik ne benzer bir kalitede ve özgünlükte çizebileceğim. Bunun ne anlamı var ki, dediğimi. Bunun anlamını bildim! Siz daha metafizik atıf, mistik duruş görmediniz Agâh Bey, size diyeyim.
Süsen çizip durduğumu anlatmıştım size değil mi? Yıllardır beni niye çağırdığını, bana niye seslendiğini, ne söylediğini, ne bağırdığını anlamaya çalışıyorum. Geçenlerde bir mektup da ona gönderdim. Seni daha açık bir şekilde iletişim kurmaya davet ediyorum dedim. Bu ne ya? Kendim çalıyorum kendim oynuyorum. Ne dedim senin benimle derdin ey gök kuşağı, ey fleur-de-lys, ey iris. Böyle görkemli laflardan etkileneceğini düşündüm nedense. İnanır mısınız, mektubu gönderdikten biraz sonra anlattı derdini.
Kardeşime sincap saldırmış iki hafta önce. Öyle saçma şey mi olur diyeceksiniz ama olmuş işte. Acile gitmişler hatta. Üstüne diğer kardeşim de trafik kazası geçirmiş ertesi hafta. Şansa yaşıyoruz vallahi.
Sizinle bir tespitimi paylaşayım: Erkeklerin hafızası bu kadar zayıf olmasaydı, tarihçilikte ve arşivcilikte bu kadar gelişemezdik diye düşünüyorum. Ne dersiniz?
Bir düğümü çözüyorsunuz, yerine üç yeni düğüm atıyorsunuz Agâh Bey. Kendi hakikatimi benden sakınmaya hakkınız var mı sorarım size. Ben bundan korkmam. Hakikatimle yüzleşmeyi kendime yedirebilirim de haklı çıkmamayı, yanılmayı yediremeyebilirim. Hakikatimi yerim ama.
Müzik ve şiir sizce de resimden daha sırlı değil mi Agâh Bey?
Kendinize iyi bakın,
K.
Comments