Agâh Bey!
Merhaba! Nasılsınız? İşte, sessizliğimi bozuyorum. Bugün ne anlatacağım bilmiyorum. Saçma çok şey oldu da, ekseriyetini hatırlamıyorum. Bunlardan bahsetmek boş da geliyor artık açıkçası. Neden bilmiyorum. Belki o kadar esrarlı gelmiyor artık.
Sessizliğimin sebebini anlamaya çalışıyordum bir süredir. İçimin sesi suskundu ne zamandır. Bununla alakalı. Nasıl olduysa bugün tekrardan fısıldamaya başladı. Bu sessizliğin bir sebebi uzun bir süre çevremdeki kalabalıktı. O kalabalık dindi, yine de uzun süre konuşmadı. Alışmıştım varlığına, öbür türlü insan yalnız hissediyor kendini.
Kimilerin iç sesi suskunlaşarak kimilerinki gevezelik ederek temasını kesiyor diye düşünüyorum. Koşarak kaçıyor bazen de. Kovalıyorum, yakalayamıyorum.
Temasını neden kesiyor peki, kestirten bizzat kendimiz miyiz? Tekrar nasıl konuştururuz? Bu sorular cevapsız tabi. Kimse iç güçlerin saldırılarından bahsetmiyor.
Süzülmek istiyorum Agâh Bey, çırpınmak değil. Ne demek bu, diye sormayın lütfen. Bilmiyorum. Hem artık bu kadar zamandan sonra siz de aklımı okuyuverin bir zahmet. Bunun olabilmesi gerekmiyor mu artık?
Daha önce bahsettim mi bilmiyorum ama güzel kahvaltılar hazırlamayı çok severim. Yemek için de aynısı geçerli. Üstelik yemek yapmanın bir güzel sanat dalı olarak değerlendirilmesi gerektiğini, en azından estetik değerinin tanınması gerektiğini tartışıyorum.
Ama bu aralar sanat için değil doymak için yiyorum sadece ve sanırım bu yüzden doymuyorum Agâh Bey.
Aa size ne diyeceğim. Ben Merkür’ü gördüm. Gezegen olan değil de tanrı olanı. Hiç hayal ettiğim gibi biri değilmiş. Yıkık dökük bir binada başkalarıyla birlikte bir çalışmanın içerisindeymişiz, Merkür de patronmuş gibi bir durum söz konusuydu. Mekâna sonradan geldi.
Gelmekte olduğunu duyduğumda yan salona kaçtım beni görmesin diye ama yeterince erken davranamadığımdan ve kaçmış olduğumu çaktırmamam gerektiğinden, hiç paniklememişim gibi onun girdiği, çalışmaların yürütüldüğü küçük salona geri geldim. Hiç bozuntuya vermeden, kollarımı kavuşturup kapı pervazına yaslandım. Şüphelenmedi. Fena değilimdir zaten böyle şeylerde.
Olguları çok iyi açıklıyor diye çok iyi anladığını zanneden insanların sayısı sandığımdan fazlaymış, bunu farkettim. Bir yandan anlaşılır buluyorum gerçi, açıklayabiliyor olmayı anlamak zannetmeyi. Bir şey rasyonelse, o şey iyi ve yararlıdır, hatta haktır, gibi bazı temel kabuller de var. Uzun bir eleştiri yazısı yazardım da, üstelik onların dilinden, gerçekten beyhude hissettiriyor.
Şu sorum da hala geçerliliğini koruyor: Explanations may and do uncover the mystery, but why should they eliminate the awe?
Rasyonelliğin (ve verimliliğin) erdemler hiyerarşisinde üst sıralara yerleşmesi oldu bir ara da, bu neden 10 Emir’den biriymiş gibi davranılıyor anlaması güç.
Aman neyse.
Nasıl 1’le 10 arasında sonsuz sayıdaki sayı kadar 1’le 2 arasında da sonsuz sayıda sayı var, iki kişi arasındaki mesafe de yaklaştıkça azalmıyor. Hatta bu iki değil, tek kişi için de geçerli olabilir.
Kendimize yaklaştığımızı düşünüyor olabiliriz, ki bazen daha uzak veya yakın oluyoruz. Ve bazı insanlar da diğerlerinden daha yakın yahut uzak olabiliyor. Ama o mesafe asla tam olarak kapanmayacak. Bunun, oradaki boşluğun, o aralığın, iyi ve gerekli bir şey olduğunu seziyorum. Sensory deprivation çalışmaları geliyor burada aklıma, ama şu an bağlantıyı kuramayacak kadar yorgunum.
Deli K değil de, K deli. Doğrusu bu, evet. Deliliğe övgü.
Son bir şey söyleyeyim, yine ispatlamaya girişmeyeceğim bir başka önerme: Örtmek ve gizlemek aynı şey değildir. Güzeli gizlemek mümkün değildir.
Ben bu son birkaç ayda güller, dikenler ve dağlar aştım. Aynaya bakıp sakin kaldım. Spora başladım tekrardan, uykum da yavaştan düzene giriyor. Kendimi hangi zaman kipi içerisinde konumlandırdığımı anlamaya, existence’ımın essence’ımdan önce gelmesinin ne anlama geldiğini çözmeye ve melankoliye teslim olmamaya çalışıyorum.
Adı üstünde, histerikler hislidir.
Siz zaten hep sessizdiniz de, yine de sorayım. Siz nasılsınız?
Kendinize iyi bakın,
K.
Comments