top of page

Pera Müzesi düşünleri

Updated: Aug 20

Samih Rifat’ın ve Marcel Dzama’nın işlerini görmek için gezdiğim iki sergi Pera Müzesi’ndeydi. Aman aman gezilmesi gereken sergiler değildi. Gezerken çağrışan 1-2 düşünceyi paylaşacağım.


Samih Rifat’ maviye olan yönelimi ve tuttuğu defterleri dolayısıyla dikkatimi çekmişti. Bir defter tut-kunu olarak benim için incelemesi keyifliydi. Kendisini yeni tanıdım ama kendine dair merak olan biri olduğu belli. Defterciliğe, dergiciliğe (Aries adında bir dergi çıkarmışlar), edebiyat ve çeviri gibi kültür işlerine merak olanlar için görülmeye değer bir sergi.


ree

Marcel Dzama’nın gezerken paylaşmadığım politik içerikli bolca resmi vardı. Böylesi bir kreatif kapasiteye sahip olup da potansiyelini, sanatçılığını, vaktini, dehasını ‘’savaşlar olmasın’’, ‘’diktatörler kötüdür’’ gibi kör göze parmak ‘mesajlar’ içeren işler üretmeye vakfetmek çiğ ve faydasız.


Zaten olması gereken şeylerin asıl olması gereken şey sanmanın çoğu zaman ucuz aktivizme yol açtığını, mastürbatif olmaktan öte çok bir anlam taşımadığına inanıyorum.


Çorbada tuzumuz olsun tamam da, neden daha fazlası olmasın? Ya olabilecekken -salt- tuzuyla yetinmemize sebep oluyorsa? Ağlamayana meme yok tamam da, ağlayınca meme garanti mi sanki, bazen ağlayana da yok.


Dzama’yı tanımam etmem, belki de bu işleri dolayısıyla çok büyük riske giriyordur veya yapabileceğinin en iyisi budur veya kendi perspektifimin darlığı yahut açısından ötürü göremediğim gerçek bir etkisi vardır, bunlar gayet mümkün.


Bunlar Dzama’nın şahsından bağımsız mülahazalar. En nihayetinde kim ne yapıyor, bana ne. Kendim neyi neden yapıyorum veya yapmıyorum, özünde bunu anlamaya yönelik düşünler bunlar.



Bir işi sanat eseri yapan nedir bilmiyorum.


Bir eseri tenimi karıncalandırıyorsa, beni olduğum yere mıhlıyorsa veya bende de yaratma isteği uyandırıyorsa beğendiğimi -bana göre iyi olduğunu- anlıyorum.


Dzama’nın sergideki işleri benim bir sanat eserinde aradığım, hissetmeyi umduğum ve ne olduğunu bir türlü tanımlayamadığım o manevi unsurdan, ruha dair olmak’tan, veya aşk’a dair olmak’tan, -bana göre- hakiki bir eserin yarattığı vecd halini yaşatmaktan uzaktı. Bazıları hariç Picasso’nun işleri de öyle mesela. Bu Dzama’nın ‘dark’ tarzından, genel olarak tarzdan bağımsız bir şey. Dark olup, kübist veya modern olup yine de ruha dair olduğunu -o her ne demekse- hissettiğim eserler mevcut. (Ki o unsurdan yoksun olduğunu düşünüp beğendiğim eserler de var). 


Bir işi sanat eseri kılan: Düşündürücülüğü mü, rahatsız ediciliği mi, çarpıcılığı mı (üçüncü sayfa haberleri de çarpıcı, bu onları sanat eseri yapmıyor), dolayımlılığı/örtüklüğü mü çıplaklığı mı, salt bir duy(g)u uyandırma kapasitesi mi, tahrik ediciliği mi (‘’moving’’ artwork), etik veya politik bir mesaj içerip içermediği mi, bir çeşit yenilik (novelty) barındırması -ne kadar inovatif veya özgün olduğu- mı, fikrin orijinalliği mi, sanatçının öznelliğini ne derece yansıttığı mı, psikotik bir anda üretilip üretilmediği mi, güzel’i ve aşkın olanı araması mı, bunlardan birkaçı mı, ne nebze kendimizi gördüğümüz bizi yansıttığını hissettiğimiz mi..


Bunlar tabi sanatı nasıl tanımladığımıza, o da tanımlayana bağlı. Her halükarda herkes kendini neyde görüyorsa onu beğeniyor ve kendini en görmediğini de beğenmiyor, kendinden bir şeyler görmediğini de diyebiliriz.


Beğeniyi veya tercihi takip eden açıklama, o ilk beğeninin, duygusal tepkinin rasyonelleştirilmesinden ibaret. Duygudan azade ‘rasyonel’ karar diye bir şey yok zaten. Her türlü fikrî, estetik, ekonomik, siyasi, etik, felsefi vs görüş ve tercih farklılığı farklı insanlar oluşumuzun sonucundan, mizaç farklarının birer tezahürü olmaktan başka bir şey değil. En nihayetinde hepimiz zaten ne isek onu zikrediyor ve eyliyoruz. Tartışmak çeşitliliği görmek ve takdir etmek, bir de zihin egzersizi olması bakımından değerli olabilir.


Ha ne diye bir şeyleri tanımlayıp duruyoruz, o da tartışılır. Tanımlayınca, kavramsal bir çerçeveye oturtunca n’oluyor, bir yere varıyor muyuz (amaç bir yere varmaksa)? Mizacımızın rasyonelini detaylandırmış, bir başka terminolojiyle, obsesifçe kısa devre yapmaya, devinip durmaya -bazen dövünüp durmaya- devam ediyor oluyoruz sadece.



‘’Ölümü veya aşkı çağrıştırmayan sanat eseri noksandır.’’


(Her şey her daim zaten noksan, orası ayrı.)


Calcedonio Reina, Aşk ve Ölüm (1881).
Calcedonio Reina, Aşk ve Ölüm (1881).

Ve de aşk > ölüm.


Gustav Klimt, Aşk (1895). Leopold Müzesi.
Gustav Klimt, Aşk (1895). Leopold Müzesi.


 
 
 

Recent Posts

See All
eylüleskiz

#1 aslına rücu etmek Bir kehaneti gerçekleştiriyorum değil de. Ben kehanetim, ve de gerçekleşiyor. Sözün kendisi/yim. Söyleniyor/um....

 
 
 

Comments


bottom of page