top of page

thumbnail sketches*

Updated: 1 hour ago

*Kimi eski kimi yeni, yazdıkça ekleyeceğim bir eskiz derlemesi.


+Seni gerçekten anlamıyorum.

-Kendini benim söylediklerime boca etmezsen anlarsın.


Bir insanı anlamak, tanımak için ona susmak, kendi lisanını, kendini yani, unutmak, bir kenara koymak gerekiyor.

Ve benim kendimi konuşabilmem için karşımda susan bir muhataba ihtiyacım var.


‘’Tanrı nerede Gazze’de?’’

Gazze, Duman


‘’Bütün dünya izler durur / Afetiazam bekler durur / Hedefini al piyasanı al her şeyi al.

Ben kurbanım bu cambaza*, / İki gözüm kadar eminim sen yoksun,

Var mısın, yoksun. / Var mısın, yoksun.’’

Cambaz, Mor ve Ötesi

*(Cambaz, Tanrı’ya atıf)


Bunlar birer zikirdir.


İnsanın isyan edebileceği, inkâr edebileceği bir Tanrısı’nın olmasından daha kıymetli ne olabilir. [İman edeceği bir Tanrısı’nın olması]. Allah kimseyi bundan daha O’nsuz bırakmasın.


Bu da bir ateizm eleştirisi değil, Tanrı övgüsüdür.


Şehirlere bombalar yağarken yapılabilecek iki şey var zaten: sevişmek ya da ölmeye çıkmak.

Savaş gibi kriz dönemlerinde ölüm oranlarıyla birlikte doğum oranlarının da artmaya başlaması tesadüf değil.


Yol, destinasyondan ibaret değil ki. Varış noktası işin sadece bir parçası. Bunu bilenler yolculuğun kendisinden keyif alabiliyor.


Bazen rüyalarımızın, davranışlarımızın sebeplerinin muğlak kalması gerekiyor. Sonuçların bizde bir süre yankılanmasına, demlenmesine ve inkişaf anına evrilmesine müsaade etmek gerek. (Ki bunu söyleyebilmek benim için zor bir şey.)


Açıklamayı baştan sunduğunda o sihrin, o yankının önüne geçmekle kalmıyor, muhtemel tesiri azaltmanın yanında, ulaşmayı arzuladığın hedefe de varamıyorsun aslında, kendi amacını baltalamış oluyorsun.


Hem kim diyor kısayollar evla diye? Hedef varış noktası değil ki, yolun kendisi. Ki Niçe’ye göre insan kestirme yollar yüzünden yolunu kaybeder.


Bu yüzden hakiki kahinler kehanetlerinin ve görülerinin izahatını yapmazlar.


#7 tez canlılığıma mazuriyet


Gereksiz ve fazla sabır insanı hasta eder.

Too much patience makes you patient.


Tanrı’nın ölümünün ilanı, sanat ve aşkın da, yani aşkın olan her şeyin ölümünün ilanıydı.

Ruhi teneffüse ihtiyacımız var.


Sökülmeyi solmak zannetmek.


Bir mızrak, bir kılıç, bir ok olarak kalemim.

‘’Saplayın, Ayşe hanım.’’


1912 tarihli bir makale okurken farkettiğim bir şey: Eski metinlerde, bilimsel bir makale bile olsa, yazım dili daha doğal oluyor genelde. Konuşur gibi, konuyu karşısındaki birine anlatır gibi, mesela kimi zaman ben dili kullanarak anlatılıyor.


Yazarın konuyla nasıl ilişkilendiğini, neden ilgisini çektiğini bir anekdot paylaşarak anlatması mesela, veya kendine ait başka çağrışımlarla ilişkilendirmesi, kişisel bir paylaşıma dönüştürüyor metni. Böyle bir yazım tarzı, yeterince ilgimi çekmeyen bir konu hakkındaki literatür taramasını bile keyifli bir okuma haline getirebiliyor. Yazar yazdığına kendini kattığında, okuyucuyu da muhatap konumuna yerleştirip angaje ediyor çünkü, okuduklarının onda yankılanmasına, bağlantılar kurmasına izin veriyor, bir nevi bir sohbet dokuyor. Biri iki nesne arasındaki iletim, diğeri iki özne arasındaki paylaşım.


Benim okuduğum bir psikoloji makalesiydi ama böyle bir üslupla yazmak fizik gibi müspet ilimlerde bile yapılabilecek bir şey, nasıl ki aksi psikoloji, hatta edebiyat literatürünü ele geçirmiş durumdaysa.


İşte, canlı bir örnek:


-maktadır/-mektedir ile biten cümle sonları, edilgen cümle kalıplarıysa, yazarı yazdığından, okuyucuyu okuduğundan, dolayısıyla yazarı okuyucudan koparmakta, aktarılması hedeflenen düşüncenin iletimini dolayımlılaştırmakta, ve ikna potansiyelini düşürmektedir.


Biraz önce bu kalıplar, kullanımlarının, okuyucuyu aktarılan fikirden nasıl mesafelendirdiğini, kendi kendini nasıl imha ettiğini göstermek için kullanıldığından, belki de ilk kez bu kadar ikna edici oldu kanaatindeyim.


Biri herhangi bir konuyu bildiğimi var saydığında -bilsem dahi- ‘’Niye canım bilmek zorunda mıyım’’, bilmediğimi varsaydığındaysa ‘’Niye bilmeyecekmişim’’ diye sinirlenebiliyorum.


Şeyler hakkında bildiklerini de bilmediklerini de çaktırmamayı seven biriyim bu arada.


İnsan yeter ki sinirlenmek istesin, sebep bulmak kolay.


Yıllardır, aramızdaki saat farkının da çok olduğu, yani zaten görüşmek için kısıtlı bir penceremizin olduğu ailemle ayrı yaşıyorum.


Nadiren görüntülü görüşme yapıyoruz. Yaptığımızda da yüzümü gördüklerinde özlemlerinin depreşeceğini hissettiğimden hep bir duraksıyorum. Kendi hissiyatımı yansıtıyorum veya. Yani ben onların yüzlerini gördüğümde hasretim depreşeceği için yaşıyorum o duraksamayı.


Ee, kalbin sızlayacak diye görüntülü görüşmemek mi; üç günlük dünyada, geçirebildiğin imkanlar dahilinde o vakti mümkün olduğunca geçirmek mi.


Her defasında körlüğü göz’e alıyorum.


Kendime not: Yansıtma yapıyorumdur mutlaka ama yansıttığım karşı tarafta gerçekten olan oluyor bazen. Birini özlüyorsam onun da beni özlediğini anlıyorum mesela. Hatalı bir yansıtmayı doğru bir sezgiden nasıl ayırt edeceğimi henüz bilmiyorum ama.


İki ile ikinin dört ettiği dünyada, bir defterin içine yazı yazıldıkça ağırlığı artmıyor.


Bu dünya makul bir dünya mı şimdi?


İnsan kendini bile yeterince iyi temsil edemiyorken, bir başkasının onu temsil edebileceğine, demokrasiye, bizi kim inandırdı?




Commenti


bottom of page